
En İyi İngilizce Futbol Terimleri Rehberi
Eğer bir sporseversen futbol her arkadaşınla konuşabileceğin harika bir konudur.
Neden bunu İngilizce sözcükler öğrenmek için bir şans olarak kullanmıyorsun?
İşte arkadaşlarınla daha iyi iletişim kurabilmek için bilmen gereken İngilizce futbol terimleri ve sözleri.
Başlamadan önce bu yazıda Amerikan İngilizcesinden ziyade İngiliz İngilizcesine odaklanacağımızı belirtelim.
Download: This blog post is available as a convenient and portable PDF that you can take anywhere. Click here to get a copy. (Download)
ESL Dil Öğrencileri için Temel İngilizce Futbol Terimleri
Genel Terimler
Assistant referee: (İsim) Yardımcı hakem; futbol sahası (field) boyunca yukarı aşağı koşan kişidir. Görevi topun dışarı çıkıp çıkmadığını söylemektir. Ayrıca ofsayt kararlarında da yardımcı olarak önemli rol oynarlar. Eskiden bu hakeme “linesman” adı verilirdi.
The assistant referee held up his flag to show the referee that the ball was still in play.
yardımcı hakem bayrağını kaldırarak topun hala oyunda olduğunu gösterdi.
Attacker: (İsim) Hücum oyuncusu; takımdaki görevi gol atmaktır. Hücum oyuncusunun diğer bir adı da forvettir (forward).
Lionel Messi, who plays for Barcelona, is one of the world’s best attackers. He has great skill and can move quickly towards the goal.
Barcelona’da top koşturan Lionel Messi dünyanın en iyi hücum oyuncularından biridir. Müthiş becerilere sahiptir ve gole doğru hızla koşabilir.
Away game: (İsim) Deplasman maçı; takım, maç için diğer takımın stadyumuna gitmek zorunda olduğu zaman oynanan maçtır.
Philip hates traveling for away games. He always gets really tired and never plays well.
Philip deplasman maçlarına çıkmaktan nefret ediyor. O her zaman çok yorulur ve hiçbir zaman iyi oynamaz.
Corner: (İsim) Korner; sahanın dört köşesinin herhangi birinden yapılan serbest vuruştur.
When the goalkeeper touched the ball, the referee awarded the other team a corner kick.
Kaleci topa dokunduğunda hakem diğer takıma köşe vuruşu verdi.
Locker room: (İsim) Soyunma odası; takımların bir araya geldikleri ve formalarını (football uniforms) giydikleri yer.
The players sat in the locker room while they listened to their coach speak.
Oyuncular soyunma odasında oturdular ve teknik direktörlerini dinlediler.
Defender: (Noun) Defans oyuncusu; diğer takımın gol atmasını engellemeye çalışan kişidir.
England always does well in the World Cup matches because of their strong defenders.
İngiltere, güçlü defans oyuncuları sayesinde Dünya Kupası maçlarında her zaman iyi sonuçlar alıyor.
Draw: (Fiil/İsim) Beraberlik; iki takımın attığı gol sayısının eşit olması (1-1 gibi).
The game ended in a draw, and the final score was 2-2.
Maç berabere sonlandı ve ikinci yarı skoru 2-2 idi.
Equalizer: (İsim) Beraberlik golü; bir oyuncunun attığı ve skorun eşitlenmesini sağlayan gol.
In the last minute, Marcello was able to run past the defense and score an equalizer. The final score of the game was 1-1.
Marcello son dakika içinde savunmayı geçmeyi başardı ve beraberliği getiren golü attı. Karşılaşma 1-1 sonuçlandı.
Extra time: (İsim) Uzatmalar; önemli bir maç berabere sonlandığı zaman maç uzatılır.
They were lucky the game went into extra time because they ended up winning.
Sonunda onlar kazandığından maç uzatmalara kaldığı için şanslıydılar.
Fit: (Sıfat) Formda; fitness sözcüğünden gelir. Bir futbolcu formda ise maça çıkmaya hazırdır. Fitness ile ilgili daha fazla İngilizce sözcük öğrenmek için bu makaleyi okuyabilirsin.
Michael needs to get fit over the summer otherwise he will not be chosen for the team.
Michael’ın yaz boyunca forma girmesi gerekiyor, yoksa takıma seçilmeyecek.
Foul: (İsim) Faul; bir oyuncunun topa elleriyle dokunması gibi izin verilmeyen bir hareket yapması. Bu hareketler cezalandırılır ve rakip takıma serbest vuruş verilir.
When one player pushed a player from the opposite team, the referee blew his whistle. He then gave the other team a free kick for the foul.
Bir oyuncu rakip takımdan bir oyuncuyu ittirdiği zaman hakem düdüğünü çaldı. Hakem rakip takıma faul için serbest vuruş verdi.
Full-time: (İsim) İkinci yarının sonu; son düdüğün çalınması ve maçın sonlanması.
The referee blew his whistle three times to tell everyone it was full-time.
Hakem düdüğünü üç kere çaldı ve ikinci yarının sonunu ilan etti.
Goalkeeper: (İsim) Kaleci; kale direkleri arasında duran ve topun ağlara gitmesini engellemeye çalışan oyuncu.
The goalkeeper for France dived to the ground and saved Ronaldo’s shot.
Fransa’nın kalecisi topa atladı ve Ronaldo’nun topunu kurtardı.
Half-time: (İsim) Devre arası; bir maçın ilk yarısı oynandıktan sonra verilen kısa ara.
The players ran off the pitch and had a meeting during half-time.
Oyuncular sahadan koşarak ayrıldı ve devre arasında bir araya geldiler.
Handball: (İsim) Elle oynama; oyuncu topa elle dokunduğu zaman gerçekleşen bir çeşit faul.
It’s always controversial when the referee calls a handball, because players can say the ball touched them by accident.
Hakem ne zaman elle oynama kararı verse bu tartışma yaratır, çünkü oyuncular topun kendilerine kazara dokunduğunu söyleyebilir.
Header: (İsim) Kafa vuruşu; topa ayak yerine kafayla vurmak.
Ronaldo’s teammate passed the ball high to him. He jumped up and managed to score a goal with a header.
Ronaldo’nun takım arkadaşı topu havadan gönderdi. Zıplayarak topa vurdu ve kafa vuruşu ile golü attı.
Home game: (İsim) Kendi sahasında; takımın kendi evinde oynadığı maç. Zıt anlamlısı: Away game.
Most teams perform better when they have a home game.
Çoğu takım kendi sahasından daha iyi performans gösterir.
Injury time: (İsim) Oynanmayan süre; birinci yarı ya da ikinci yarının sonunda maç sırasında sakatlanmalar olmuşsa eklenen süre.
Because Barcelona had two injured players, the game went into injury time at the end.
Barcelona’da iki sakatlık olduğu için maçın sonuna oynanmayan süre eklendi.
Kick off: (Fiil/İsim) Başlangıç vuruşu; maçın başlaması.
Do you have any idea what time is kickoff?
Maç kaçta başlayacak bir fikrin var mı?
Match: (İsim) Maç; ‘game’ olarak da kullanılır.
Who do you think is going to win the match?
Maçı sence kim kazanır?
Midfielder: (İsim) Orta saha oyuncusu; genellikle sahanın ortasında kalır.
Mesut Ozil is one of the best midfielders in the world.
Mesut Ozil dünyanın en iyi orta saha oyuncularından biridir.
Offside: (Sıfat/İsim) Ofsayt; top ile pas verildiği anda forvet ile karşı takımın kalesi arasında en az 2 savunma oyuncusunun bulunmasını gerektiren bir futbol kuralı. Eğer 2 savunma oyuncusu yoksa ofsayt ilan edilir ve karşı takım serbest vuruş kullanır.
The fans in the stadium shouted angrily when the referee blew his whistle to say that Messi was offsides; he had been very close to scoring a goal.
Hakem Messi’ye ofsayt verdiği zaman stadyumu dolduran taraftarlar öfkeyle bağırdı; gole çok yaklaşmıştı.
Pass: (Fiil/İsim) Pas; topu kendi takımındaki başka bir oyuncuya atmak.
Frank Lampard passed the ball to Beckham. Beckham kicked the ball and scored!
Frank Lampard, Beckham’a pas verdi. Beckham topa vurdu ve gol oldu!
Penalty kick: (İsim) Penaltı vuruşu.
Bale tackled another player illegally in the penalty area. As a result, the other team was given a penalty kick.
Bale ceza sahasında rakip oyuncuya faul yaptı. Bunun sonucunda rakip takıma penaltı verildi.
Penalty shootout: (İsim) Penaltı vuruşları; uzatma süresinden sonra maç hala berabere ise karşılıklı beş penaltı vuruşu yapılır. En çok penaltıyı skora çeviren takım maçı kazanır.
The fans went silent as they nervously watched the penalty shootout between the two teams.
Taraftarlar iki takım arasındaki penaltı vuruşlarını gergin bir şekilde izlerken sessizliğe büründüler.
Pitch: (İsim) Futbol sahası.
Because it had been raining for a couple of days, the pitch was muddy and difficult to play on.
Birkaç gündür yağan yağmur nedeniyle saha çamurluydu ve futbol oynamak zordu.
Red card: (İsim) Kırmızı kart; hakem tarafından verilen bir ceza. Oyuncu kötü bir hareket yaparsa ona kırmızı kart verilir ve saha dışına gönderilir.
He was handed a red card for starting a fight with the other team and as a result, their team lost.
Rakip takımla kavga başlattığı için kırmızı kart gördü ve takımı maçı kaybetti.
Shoot: (Fiil) Şut çekmek; topa vurarak gol atmaya çalışmak.
Ronaldo shot the ball right into the back of the net to score the winning goal.
Ronaldo, maçı kazandıran golü atmak için şut çekti.
Spectator: (İsim) Seyirci; bir maçı izleyen kişi.
There weren’t many spectators at the game because of the rain.
Yağış nedeniyle maçta fazla seyirci yoktu.
Stands: (İsim) Tribünler; taraftarların stadyumda oturdukları yer.
There was a lot of excitement in the stands as the fans cheered for their teams.
Taraftarlar takımları için tezahürat yaparken tribünler oldukça heyecanlıydı.
Striker: (İsim) Golcü; gol atan futbolcu.
Lionel Messi is one of the best strikers in the world. He has scored the most goals ever for Barcelona.
Lionel Messi dünyanın en iyi golcülerinden biri. Barcelona adına şimdiye kadar en fazla golü o attı.
Substitute: (Sub) (Fiil/İsim) Yedek; sahadaki oyuncuları alma ve yerine yedekleri oyuna sokma.
When Sir Alex Ferguson saw that his players were getting tired, he always substituted them.
Sör Alex Ferguson ne zaman oyuncularının yorulduğunu görse onları yedeklerle değiştirirdi.
Tackle: (Fiil) Mücadele etmek; topu ayaklarını kullanarak rakip oyuncudan almaya çalışmak.
When Mike tried to tackle the other player, he pushed him and he was given a yellow card and a warning.
Mike rakip oyuncuyla mücadele ederken onu ittirdi ve sarı kart ve bir de uyarı aldı.
Throw in: (Fiil/İsim) Taç atışı; top taç çizgisinden dışarı çıktığı zaman bir oyuncu topu başının üstünden bir takım arkadaşına atar.
Jake stood on the line and quickly threw the ball in to his teammate.
Jake taç çizgisinde durdu ve top hızla takım arkadaşına attı.
Touchline: (İsim) Taç çizgisi; sahanın en uzun kenarıdır. Bunlar aynı zamanda çizgi (sideline) olarak da bilinir.
The manager and coach stood on the touchline shouting out instructions to their team.
Teknik direktör ve çalıştırıcı taç çizgisinden bağırarak takımlarına talimatlar verdi.
Wall: (İsim) Baraj; bir takımın oyuncularının bir serbest vuruşu bloke etmek için kurduğu insan duvarı.
The players made a wall as Lionel Messi went to shoot.
Messi topun başına geçerken oyuncular baraj kurdu.
Yellow card: (İsim) Sarı kart; bir oyuncu büyük bir hata yaptıktan sonra kırmızı karttan önce kendisine verilen ilk uyarı.
Bale needs to be more careful when playing because he’s already been given one yellow card.
Bale, zaten bir sarı kart gördüğü için oynarken daha dikkatli olmalı
Maçın Skoru ile İlgili Terimler
Arkadaşlarınla maç skoru hakkında konuşmakta zorlanıyor musun? Daha iyi iletişim kurmana yardımcı olacak kullanışlı futbol terimlerini öğrenmek için okumaya devam et
Concede: (Fiil) Gol yemek; kalecinin topun ağlara gitmesine izin vermesi.
England’s goalkeeper was criticized for the amount of goals he conceded.
İngiltere kalecisi yediği gol sayısı için eleştirildi.
Defeat: (İsim) Yenilgi; maçı kaybetme.
It was evident that everyone was upset when Atletico Madrid suffered defeat.
Herkesin Atletico Madrid’in yenilmesine üzüldüğü görülebiliyordu.
Goal difference: (İsim) Fark; iki takım arasında gol sayısındaki fark. Örneğin, bir takım 3 diğer takım da 1 gol atmışsa aralarındaki fark 2’dir.
Because all of the teams in the Premier League are really strong, the goal difference is usually small.
Premier League takımlarının hepsi gerçekten güçlü takımlar oldukları için gol farkı genellikle küçüktür.
Knock out (Fiil Öbeği) Elemek; bir takım diğerini elediyse o takımı yenmiştir. Kaybeden takım bundan sonra turnuvada oynayamaz.
In the last World Cup, New Zealand was knocked out of the competition by Mexico.
Son Dünya Kupasında Yeni Zelanda Meksika tarafından elenmişti.
(The) Lead: (İsim) Önde olma; bir takım önde ise maçın o anında kazanıyordur.
At the end of the first half Real Madrid were in the lead, but Chelsea won in the end.
Maçın ilk yarısında Real Madrid öndeydi, ama sonunda maçı Chelsea kazandı.
Score: (İsim) Skor; maçı kimin kazandığını gösteren kaydedilmiş gol sayısı.
I think the final score between Barcelona and Real Madrid will be 2-0.
Bence Barcelona ve Real Madrid arasındaki maçın skoru 2-0 olacak.
Scoreboard: (İsim) Skorbord; takımın gollerinin gösterildiği tabela.
The time on the scoreboard shows there’s only 5 minutes left of the match.
Skorbord’daki saate göre maçın bitimine sadece 5 dakika var.
Win: (Fiil) Kazanmak; bir takım maçı kazanırsa diğer takımdan daha fazla gol atmış olduğu anlamına gelir.
I think that Brazil has the strongest football team in the world and they have a good chance of winning the 2014 World Cup.
Bence Brezilya dünyanın en güçlü futbol takımı ve 2015 Dünya Kupasını kazanma şansları yüksek.
İleri Seviye İngilizce Futbol Terimleri
Henüz yazının sonuna gelmedik. Artık temel İngilizce futbol terimlerini biliyorsun. Peki neden bu ileri seviye İngilizce futbol terimleri ile gerçek futbol bilgini ortaya koymuyorsun?
Advantage: (İsim) Avantaj; hakem her faulde düdüğünü çalarak oyunu durdurmaz. Bunu yapmak faul yapılan taraf için haksızlık olabilir ve bu nedenle de maçın devam etmesine izin verir.
The ref held up his hand to call advantage.
Hakem avantaja bıraktığını göstermek için elini kaldırdı.
Bench: (İsim) Yedek kulübesi; yedeklerin oturduğu yer. Söz öbeği: On the bench.
Jack’s coach decided to keep him on the bench for being late to training.
Jack antrenmana geciktiği için koçu onu yedek kulübesinde tutmaya karar verdi.
Bicycle kick: (İsim) Rövaşata; oyuncunun topa kaleye sırtı dönükken başının üzerinden vurması.
Ronaldo is famous for his bicycle kick. When he does it, the fans go crazy.
Ronaldo rövaşatalarıyla ünlüdür. Bunu yaptığı zaman taraftarlar çılgına döner.
Booking: (İsim) Kart görme; ciddi bir faul için sarı kart görmek.
After two bookings for fighting with the other team, Jonathan was sent off.
Rakip takımla mücadele ederken aldığı iki karttan sonra Jonathan oyundan atıldı.
Boot: (Fiil) Vurmak.
Torres booted the ball across the pitch to his teammate.
Torres topa sahanın diğer yarısındaki takım arkadaşına doğru vurdu.
Box: (İsim) Ceza sahası; kalenin etrafındaki penaltı bölgesi.
The opposition formed a line in the box to try and block Messi from scoring.
Rakip takım Messi’nin gol atmasını engellemek için ceza sahasında bir çizgi oluşturdu.
Coin toss: (İsim) Toss a coin: (Fiil) Yazı tura atışı/atmak; maçın başında hangi takımın oyuna başlayacağını belirlemek için hakem yazı tura atışı yapar.
Jack’s team won the coin toss.
Yazı tura atışını Jack’in takımı kazandı.
Dead ball: Ölü top; topun hareketsiz olduğunu ifade eder. Tüm serbest vuruşlar ve penaltı vuruşları ölü toptan yapılır.
Luis ran up to the dead ball and booted it.
Luis ölü topa doğru koştu ve ona vurdu.
Division: (İsim) Lig kategorileri.
All the top teams of the UK are in the premier division (league)
İngiltere’nin en iyi takımları premier ligdedir.
Fixture: (İsim) Lig fikstürü; planlanmış oyunlar.
All the World Cup fixtures are chosen out of a hat to make sure it’s completely fair.
Tüm Dünya Kupası fikstürleri tam olarak adil olunduğundan emin olmak için bir şapkadan çekilmektedir.
Mark: (Fiil) Markaja almak; bir oyuncunun topu takım arkadaşından almasını engellemeye çalışmak.
The manager shouted out to his players to mark the opposition.
Teknik direktör oyuncularına rakip takımı markaja almaları için bağırdı.
Own goal: (İsim) Kendi kalesine; oyuncunun topu yanlışlıkla kendi kalesine göndermesi.
The fans booed when John scored an own goal.
John kendi kalesine gol attığı zaman taraftarlar yuhaladı.
Pep talk: (İsim) Moral konuşması; teknik direktörün yaptığı cesaretlendirici kısa konuşma.
The players sat and listened to their coach give them a pep talk in the changing rooms.
Oyuncular soyunma odasında oturdu ve çalıştırıcılarının yaptığı moral konuşmasını dinledi.
Promotion: (İsim) Promote: (Fiil) Bir üst lige yükselme/yükselmek; bir takım bir sezon boyunca iyi sonuçlar alırsa bir sonraki sezon bir üst kategoride oynayabilir.
Doncaster Rovers have always been one of the UK’s weaker teams, but after a successful season, they were promoted.
Doncaster Rovers her zaman İngiltere’nin zayıf takımlarından biri olmuştur, ama başarılı bir sezonun ardından bir üst lige yükseldiler.
Rivals: (İsim) Rakipler.
Manchester United and Manchester City have been rivals for years.
Manchester United ve Manchester City yıllardır birbirine rakip olmuştur.
Relegation: (İsim) Relegate: (Fiil) Küme düşme/düşmek. Bir takım bir sezonda kötü sonuçlar alırsa daha düşük bir kategoriye yerleştirilirler.
After having a lot of bad luck last season, Hull was relegated.
Geçtiğimiz sezon çok sayıda şanssız lık yaşadıktan sonra Hull küme düştü.
Skipper: (İsim/Fiil) Kaptan.
John Terry was chosen to skipper the English side for the 2014 FIFA World Cup.
2014 FIFA Dünya Kupasında İngiliz takımına kaptanlık yapmak için John Terry seçildi.
Scissor kick: (İsim/Fiil) Vole; bir futbolcu bacaklarını bir çift makas gibi açarak topu yana doğru takım arkadaşına vermesi.
Ryan Giggs scissor-kicked the ball skillfully to his teammate.
Ryan Giggs voleyi vurarak topu ustalıkla takım arkadaşına verdi.
Spot kick: (İsim) Penaltı vuruşu; topun belirli bir noktaya yerleştirilmesi nedeniyle penaltıya verilen başka bir ad.
Beckham placed the ball down in preparation for his spot kick.
Beckham penaltı için hazırlanırken topu yerleştirdi.
Transfer fee: (İsim) Oyuncu başka bir takıma satıldığında belirli bir ücret ödenmesi gerekir.
One of the highest transfer fees in football history was when Chelsea bought Fernando Torres.
Futbol tarihinin en yüksek transfer ücretlerinden biri, Chelsea’nin Fernando Torres’i satın almasıydı.
Futbol Ekipmanları için İngilizce Terimler
Elbette hepimiz futbol oynamak için bir topa ihtiyacımız olduğunu biliyoruz, peki ama ihtiyaç duyulan diğer şeyler ne?
Cleats: (İsim) Krampon; oyuncuların kaymasını engellemek için kullanılan küçük çiviler (ayakkabıdan dışa çıkan küçük şeyler). Krampon için kullanılan diğer bir sözcük ise “studs” olmaktadır.
Gloves: (İsim) Eldiven; kaleci, topu yakalamak için özel bir eldiven giyer.
Goal posts: (İsim) Kale direkleri; gol olması için topun içinden geçmesi gereken fiziksel kale.
Jersey: (İsim) Forma; şort hariç sadece üst. Genellikle oyuncunun adı ve numarası yazar.
Kit: (İsim) ‘Football kit’ oyuncuların giydiği aksesuarların tamamını ifade eder.
Net: (İsim) Ağ; kale direkleri arasında gerilmiş ağdır. Topun etrafa kaçmasını engeller.
Soccer socks: (İsim) Futbol çorabı; oyuncuların tekmeliklerini kaplayan uzun çoraplardır.
Shin-pads: (İsim) Tekmelikler; oyuncuların kaval kemiklerini önden tekmelere karşı koruyan plastik malzemeler.
Strip: (İsim) Forma, bir takımın renkleri ve logosu ile özel olarak tasarlanmış bir penyedir.
Real Madrid’s strip is white, which I don’t think is very practical because it gets dirty easily.
Real Madrid’in forması beyaz ve kolaylıkla kirlendiği için bunun pek pratik olduğunu düşünmüyorum.
Futbol Yorumları için İngilizce Terimler
Arkadaşlarınla bir futbol maçı hakkında konuşabilmek harikadır, ama gerçek bir futbolsever isen haberleri de anlayabiliyor olmak istersin. Ve elbette futbol spikerini de anlayabilmen gerekir.
Clinical finish: (İsim) Kaleye çekilen son derece kontrollü bir şut.
David Beckham is one of the most skilled players in history. He is famous for his clinical finishes.
David Beckham tarihteki en yetenekli futbolculardan biridir. O mükemmel şutlarıyla tanınır.
Commentator: (İsim) Futbol spikeri; maç oynanırken gerçekleştirilen her hareketi anlatan kişi.
John Motson is one of the most famous British commentators.
John Motson en tanınmış İngiliz futbol spikerlerinden biridir.
Keep possession: (Fiil) Topla oynamak; bir takım iyi oynadığı zaman topla oynama yüzdesi diğer takımdan daha yüksektir.
The Australia team is great at keeping possession, but they have difficulties scoring.
Avustralya takımı topla çok iyi oynuyor ama gole ulaşmakta zorlanıyor.
Long-ball game: (İsim) Bir takım sürekli uzun şutlar çektiği zaman söylenir. Böyle bir maçı izlemek oldukça sıkıcıdır. Bu olumsuz bir terimdir.
Sheffield Wednesday her zamanki gibi uzun toplarla oynuyor.
One-touch football: (İsim) Bu terim, topa seri bir şekilde dokunarak başarıyla paslaşmayı beceren bir takımı övmek için kullanılır.
As usual the Spanish team are showing off their skills at one-touch football. Look at them go!
Her zaman olduğu gibi İspanyol takımı çok paslı futbol becerileriyle göz dolduruyor. Nasıl da gidiyorlar!
Prolific goal scorer: (İsim) Neredeyse her maçta gol atmayı başaran bir oyuncu.
Ronaldo is a prolific goal scorer and it’s almost guaranteed that he will score a goal in every match.
Ronaldo etkili bir golcü ve her maçta bir gol atacağı neredeyse garanti.
Put eleven men behind the ball: (Deyiş/fiil) Bir takımın gol atmaktan ziyade savunma yapmakla daha fazla meşgul olması.
The USA team isn’t doing much and are making very little effort to score. Their manager seems to have put eleven men behind the ball again.
ABD takımı fazla bir varlık gösteremiyor ve gol atmak için fazla çaba sarf etmiyor. Teknik direktörleri on bir oyuncuyu da savunmaya çekmiş gibi görünüyor.
Replay: (Fiil/İsim) Videonun televizyon izleyicileri için tekrarlanması.
Let’s take a look at the replay of that fine goal scored by Lorrick Cana.
Şimdi Lorrick Cana’nın attığı o güzel golün tekrarını izleyelim.
Underdog: (İsim) İnsanların kaybedeceğini düşündüğü takım.
Atletico Madrid surprised everyone with their win against Barcelona as they’ve always been the underdogs in the Spanish league.
Atletico Madrid İspanyol liginde alt sıralarda yer aldığı için Barcelona karşısında aldıkları zafer ile herkesi şaşırttı.
Arkadaşlarla Günlük Futbol Sohbetleri için İngilizce Futbol Terimleri
Bu harika sözcükler ve argo ifadeler ile arkadaşlarınla izlediğin ya da oynadığın bir maç hakkında günlük sohbetler yapmayı öğren.
Get stuck in: (Fiil/fiil öbeği) Kararlılıkla, yüreğini koyarak oynamak.
Look at those guys play! They’re really getting stuck in!
Şunların nasıl oynadıklarına bak! Gerçekten de yüreklerini koyuyorlar!
Have a lot of pace: (Fiil/fiil öbeği) Hızlı olmak.
Look at Jane go!
Jane’e bak nasıl koşuyor!
Wow, she’s got a lot of pace, I’m impressed!
Vay canına, çok hızlı, etkilendim!
Yes, she sure is fast!
Evet, gerçekten de hızlı!
Have a sweet left foot: (Fiil/fiil öbeği) Bunu söylediğin zaman birisinin sol ayağıyla şut çekmekte ve gol atmakta yetenekli olduğunu ifade edersin.
Man, did see that goal of Paul’s?
Dostum, Paul’un attığı o golü gördün mü?
Yeah, he’s got a sweet left foot. I can’t even kick with my right foot like that!
Evet, solunu çok iyi kullanıyor. Ben sağımla bile öyle vuramam!
Man on! (İsim) Takım arkadaşını rakibinin tam arkasında olduğu konusunda uyarmak için bağırırken kullanılabilecek bir uyarı.
Jose screamed “man on” when he saw a player from the opposition behind Marcello.
Jose, Marcello’nun arkasında rakip takımdan bir oyuncu gördüğü zaman “arkanda” diye bağırdı.
Pull off a great/amazing save: (Fiil/fiil öbeği) Birçok kişinin gol olmasını beklediği bir atışı kurtarabilmek.
Peter’s one of the best goalkeepers ever. He’s always able to pull of great saves.
Peter gelmiş geçmiş en iyi kalecilerden biri. Her zaman harika kurtarışlar yapıyor.
Put it in the back of the net: (Fiil/fiil öbeği) Ağlarla buluşturmak, gol atmak.
Sam is always able to put the ball in the back of the net.
Sam her zaman topu ağlarla buluşturabiliyor.
We were robbed! (Söz öbeği/ifade) Maçın adil olmadığını düşündüğün zaman bu ifadeyi kullanırsın.
The referee was totally biased and sided with the other team. We should have won, we were robbed!
Hakem tam anlamıyla taraf tutuyor ve karşı tarafa yardım ediyordu. Kazanan biz olmalıydık, puanımız çalındı!
Dünya Kupası için İngilizce Futbol Terimleri
Dünya Kupasını arkadaşlarınla daha detaylı bir şekilde tartışmak mı istiyorsun? FIFA Dünya Kupası ile ilişkili bu özel terimlere bir göz at.
Broadcast: (İsim/Fiil) Canlı yayın; yayının TV, internet veya radyo üzerinden canlı yapılması.
Were you able to watch the live broadcast of the match between Brazil and Spain?
Brezilya-İspanya maçının canlı yayınını izleyebildin mi?
Fever pitch: (İsim) Kalabalıkta görülen üst düzey heyecan.
The Real Madrid fans reached fever pitch as they scored the equalizing goal in the last few seconds of the match.
Maçın son anlarında beraberlik golünün gelmesiyle Real Madrid taraftarlarında coşku doruk noktasına ulaştı.
Group stage: (İsim) Grup aşaması; takımların kimin bir sonraki tura çıkacağının belirlenmesi için gruplar halinde birbirleriyle karşılaştığı turnuva aşaması.
Croatia, Cameroon, Brazil and Mexico make up group A of the FIFA world cup 2014. I predict Brazil will be the winner of the group.
FIFA Dünya Kupası A Grubunda Hırvatistan, Kamerun, Brezilya ve Meksika yer alıyor. Tahminimce Brezilya bu grupta birinci olur.
Host country: (İsim) Ev sahibi ülke; Dünya Kupası ya da Olimpiyat Oyunları gibi uluslararası müsabakaların gerçekleştirildiği ülke.
The host country for the 2018 World Cup was Russia.
2018 Dünya Kupasına Rusya ev sahipliği yaptı.
National anthem: (İsim) Milli marş.
All players proudly sing their national anthem before playing an international match.
Uluslararası bir maç öncesinde tüm oyuncular milli marşlarını gururla okur.
National team: Milli takım.
Spain has one of the strongest National teams in the world.
İspanya dünyanın en güçlü Milli takımlarından birine sahip.
Knockout stage: (İsim) Tek maç eleme aşaması; takımların kaybetmeleri halinde elendikleri bir turnuva aşaması.
They can’t lose a game in the knockout stage. This is too important!
Tek maç eleme aşamasında maç kaybedemezler. Bu çok önemli!
Qualify: (Fiil) Uluslararası bir etkinlikte oynamaya yetecek galibiyet ya da puana sahip olmak.
This year Albania did not qualify to take part in the 2014 games.
Arnavutluk bu sene 2014 oyunlarına katılma hakkını kazanamadı.
Quarter-finals: (İsim) Çeyrek final; hangi takımların yarı finale yükseleceğini belirlemek için gerçekleştirilen son dört maç.
There are some strong teams in this year’s quarter-final.
Bu senenin çeyrek finalinde bazı güçlü takımlar var.
Runners-up: (İsim) Bir turnuvada ikinci gelen takım.
Atletico Madrid were runners-up in the 2014 Champions League.
2014 Şampiyonlar Liginde Atletico Madrid ikinci sırada yer aldı.
Semi-finals: (İsim) Yarı final; hangi iki takımın finale kalacağını belirlemek için yapılan son iki maç.
Every team plays their hardest in the semi-finals because it’s a great honor to reach the finals.
Finallere ulaşmak büyük bir onur olduğu için her takım yarı finallerde en sert şekilde oynar.
Sponsor: (İsim/Fiil) Bir etkinliğin maliyetlerinin ödenmesine yardımcı olmak için bir kuruma para veren kişi ya da şirket.
One of the official sponsors of the 2014 FIFA World Cup is Coca-Cola.
2014 FIFA Dünya Kupasının resmi sponsorlarından biri de Coca-Cola’dır.
The finals: (İsim) Finaller; çeyrek ve yarı finalleri de içeren bir turnuvanın son maçları.
The finals of the 2014 Champions League were dominated by Spain and England.
2014 Şampiyonlar Ligi finalleri, İspanya ve İngiltere’nin gövde gösterisine sahne oldu.
The final: (İsim) Bir turnuvanın kazanının belirleneceği son maçı.
The Champions League final between Real Madrid and Atletico Madrid was a very exciting match.
Real Madrid ve Atletico Madrid arasındaki Şampiyonlar Ligi finali heyecan verici bir maçtı.
Trophy: (İsim) Kupa; kazanan takıma başarılarının bir sembolü olarak verilen obje.
The team held up the trophy excitedly to show appreciation to their fans.
Takım, taraftarlarına duydukları minnettarlığı göstermek için kupayı kaldırdı.
Önümüzdeki FIFA Dünya Kupasının coşkusunu yeni öğrendiğin İngilizce futbol terimleri ile yaşaman dileğiyle.
İyi olan kazansın!